Kişilik gelişiminde bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemleri ayrı ayrı önemlidir. Bu dönemlerde ihtiyaçlarla, duygularla ve yaşananlarla yavaş yavaş kişilik şekillenir. Dolayısıyla, çevreyle, yakınlarla ve en önemlisi anne – baba ile ilişkiler büyük rol oynar ve kişiliğin gelişimi hayat boyu devam eder.

Çevresel koşullarla ya da ilişkilerdeki hayat zorluklarıyla uğraşırken ailenin her üyesinin yaşanan sorunu fark etmesi, çözüm için sorumluluk almaya karar vermesi, harekete geçmek için desteklenmesi ve güçlendirilmesi çok önemlidir. Bütüncül bir yaklaşımla tüm ailenin değerlendirilmesi ve bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.

Her aile çocuğuna, gelişimi için elinden gelen tüm imkanları, en uygun ortamı sağlamaya çalışır. Fakat bazen bu süreçte pürüzler çıkabilir, ahenk bozulabilir. Bazen de ahengin bozulmaması için bilgilenmek, önlemler almak ya da çocukların yaş dönemlerinin özelliklerini öğrenmek gerekir.

Böyle zamanlarda görüşmek, ahengi beraberce tekrar yakalamak ve korumak dileğiyle…

29 Ekim 2014 Çarşamba

Mutlu Anlar Nasıl Kabusa Dönüşüyor?

Şimdi size bir anneyle oğlunun yaşadığı tatsız bir akşamüstünü anlatacağım. Bunu yazmaya karar verdim çünkü bu gibi durumların farklı zamanlarda, ortamlarda çok sık yaşandığını biliyorum. Amacım anneyi yargılamak, çocuğu ayıplamak vs. kesinlikle değil. Sadece bu durumların yaşanma sıklığını azaltmak için küçük bir adım atmak.

Mutlu bir başlangıç...
Bir anne 5 yaşındaki çocuğunu okuldan alıyor. Akşam için planları olduğundan eve gitmiyor ve eşinin gelişini bir kafede oturup beklemeye karar veriyor. Hem çocuğunun hem de kendisinin keyfi pek yerinde, mutlular. Annesi oğluna en sevdiği kekten bir dilim alıyor, yanında da bir bardak süt; kendineyse mis gibi kokan bir fincan kahve. Oturuyorlar, çocuk kekini yerken anne de ofisten çıkarken bitiremediği birkaç işi halletmeye koyuluyor. Fakat tam konsantre oluyor ki çocuğu sütüne kakao istediğini söylüyor. Hem özgüveninin gelişmesi için (çünkü herkes öyle söylüyor :) ) hem de kendi işini tamamlamak istediğinden çocuğun siparişi alan abilere gidip kakao istediğini söylemesini öneriyor. Tatlı çocuk heyecanla kalkıyor ve gidiyor. Heyecanla geliyor, başarılı olmuş ve coşkuyla annesine bunu anlatmak istiyor. Annesi “aferin” diyor güzel bir gülücükle ama o anlatmaya devam ediyor, hem de yüksek bir sesle! Anne hemen sessizleştirmeye çalışıyor oğlunu ve onu kekini yiyip sütünü içmeye yönlendiriyor. Gözleriyse işini tamamlamak için hemen bilgisayarına kayıyor. 

 Ah bu yüksek ses...
Bir lokma sonra çocuk yine yüksek sesle anlatmaya başlıyor “ANNEEEE BAZI ÇOCUKLAR ŞANSSIZ OLUYORLAR. BUGÜN OKULDA NE OLDU BİLİYOR MUSUUUUUN?”. Anne çevresindekileri rahatsız ettiğinizi düşünüp biraz utanıyor. Ve çocuğuna sessiz olmasını, bir
kafede oturmayı öğrenmediyse hemen eve gitmeleri gerektiğini söylüyor. Çocuk ise mızmızlanmaya başlıyor, kekini yemek istediğini, eve gitmek istemediğini ağlayarak söylüyor. Anne daha da utanıyor. Yoksa iyi bir anne mi değil? Yoksa ilgisiz mi? Nasıl 5
yaşındaki çocuğa söz geçiremez! Bütün bu düşünceler zihninde uçuşurken ona ne kadar şımarıklaştığını, bebek gibi davrandığını söylüyor. Çocuk sessizleşiyor. Annenin gözleriyse bir kez daha bilgisayarın ekranı ile buluşuyor. 

Daha da yüksek ses...
Bu sefer çocuk masadan kalkıp sandalyeleri sürüyerek birleştirmeye başlıyor. Birleştirdiklerinin üzerine çıkıyor, yürüyor ve bir sonraki sandalyeye ulaşıyor. “ANNNEEEEEEE BAK TREN YAPIYORUUUUMMM”. Bu sefer anne gerçekten geriliyor. Hemen sütünü kekini bitirmesini istiyor oğlundan. Onunsa keyfi pek yerinde, doyduğunu söylüyor ve başka bir sandalyeyi birleştirmek için sürümeye başlıyor. Anne koşup sandalyeleri yine yerlerine koyuyor, çocuğunu kucağına alıyor ve sütünü içmesi için bardağı ağzına tutuyor. Çocuksa “TREEN YAPICAAAAAAMMMMM” diye ağlamaktan süt içecek halde değil. 

Ve son...
Anne planladığı kafe keyfinin nasıl kabusa dönüştüğünü anlamamışken oğlunu sakinleştirmek için en sevdiği çizgi filmi açıyor. Böylece çocuk da sakinleşiyor ve burnunu çeke çeke videonun başlamasını bekliyor. Anne artık geldiğine pişman olmuş
durumda. Eşini arayıp ne zaman geleceğini soruyor ama tam o anda bilgisayar uyku moduna, çocuğuysa ağlama moduna geçiyor. Anne oğluna beraber dışarı çıktıklarına ne kadar pişman olduğunu, kendisinin onu mutlu etmek için uğraşırken onun nasıl her şeyi mahvettiğini bir daha onu okuldan almayacağını ve hep servisle geleceğini söylüyor ve bir yandan toplanıyor. Yere oturmuş, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş çocuğunu kucağına alıp herkesin bakışlarından utanarak kafeden çıkıyor.



Kafede oturanlar için, anne için ve küçük çocuk için kabus bir senaryo…

Kafede oturanlar bir süre için çocuk ağlaması duydular ve büyük ihtimalle rahatsız oldular.

Anne, işlerini tamamlayamadı, kahvesini içemedi, sinirlendi, utandı ve çocuğuna hiç söylemek istemediği sözleri söyledi. Çocuğunun kendisini şanslı bulup bulmadığını, şansı nasıl anlamlandırdığını öğrenme şansını kaçırdı. Üzüldü, "kötü" bir anne olduğunu düşündü.

Çocuk, kekini yiyip, sütünü içemedi. Okulda olanları annesine anlatamadı. Annesinin kendisini beğenmediğini, onunla dışarı çıkmak istemediğini duydu. Uygun olmadığını, hata yapan, doğru düzgün davranmayı bile bilmeyen, şımarık, kötü bir insan olduğunu anladı. Servisle gitmenin ona yetersizliğinden dolayı verilen bir ceza olduğunu öğrendi.

Öyküdeki herkes mutsuz… Peki buradaki sorun nedir?
Çocuk kafede istediği gibi bağırıp tren mi yapsaydı? Anne işlerini mi bitirmeseydi? Kafedeki herkes yapıyor olduğu şeye ara verip çocuğun bağırmasını mı dinleseydi?

Buradaki sorun çocuğun ihtiyaçlarıyla ortamın ve annenin koşullarının örtüşmemesinden kaynaklanıyor. Belli ki anne çocuğuyla vakit geçirmeye henüz hazır değil. Yapılacak işleri var. Dinlenmek için biraz zamana ihtiyacı var. Belki biraz kendisine vakit ayırmaya ihtiyaç duyuyor. Tüm bunlar yanlış değil. 

Belli ki çocuğun anlatacak çok şeyi, harcayacak çok enerjisi var. Kafede oturmak ona uymuyor. Heyecanlı, annesiyle daha erken görüştüğü için mutlu. Sütüne kakao koydurmayı kendi kendisine yapabildiği için gururlu ve burada da bir hata yok. Hatta tüm bunlar harika…

O zaman bu kabusun yaşanmaması için annenin kendi ihtiyacını biliyor olması ve çocuğunun ihtiyaçlarını da fark edip yargılamıyor olması (yani; böyle ihtiyaç mı olur? iyi anneler dinlenmez. 5 yaş çocuğu bu şekilde davranmaz gibi şeyler demiyor olması) önemli. 

- Anne işini bitirmeden iş yerinden ayrılmayabilir ve çocuğunu almak için işi bitince, dinlenmiş hissedince eve gidebilir. 
- Anne işini ertesi güne bırakabilir ve belki bir kahve içip öyle çocuğuyla buluşabilir.
- Anne işini çocuğunun yatmasından sonraya erteleyebilir ve çocuğuyla parkta koşturarak hem biraz spor yapmış olur hem de çocuğuna eşlik edebilmenin, onun heyecanını paylaşabilmenin verdiği mutlulukla deşarj olabilir.
- Anne önce çocuğuyla beraber kafede oturmayı deneyebilir ve bunun o gün için çocuğuna uymadığını fark edince daha boş bir kafeye gitmeyi planlayabilir ya da kahve ve sütü dışarıdaki masalardan birinde oturarak içmeye karar verebilirler.

Tüm bu alternatifler ve şu an burada yazamadığım bir sürü başka alternatifle çocuk değersiz, yetersiz olduğu, annesine yakışmadığı, duygularından dolayı cezalandırılması gerektiği gibi bilgileri öğrenmez. İşin sırrı alternatiflerde… Şimdi belki de bazı okuyucular, "yazması kolay bir de bizim çocuğu görsün" diyordur. Ya da "bu alternatifi uygulamak mümkün değil ki" diye geçiriyordur içinden. Tabii ki bir çözüm herkese uyamaz ama alternatifler her durum için, her aile için sonsuz sayıda mevcut. Bu alternatifleri bulabilmenin sırrıysa ebeveynlerin kendi ihtiyaçlarını ve çocuğununkileri yargılamamasından geçiyor.
Fakat ihtiyaçların yargılanması başka bir yazının konusu olacak.